18 Temmuz 2010 Pazar

Yazar burada hayatındaki anlatım bozukluğunu anlatıyor

9 sene önce yağmurlu bir gecede, boktan bir Anadolu kentinde, boktan bir sokakta, kurbağaların sesi arasında sevgilimi kafiyeli isimlere sahip ve yaşı geçkin 3 bekar halasına bırakırken kaybettim ben masumiyetimi.

Yazmak diye düşünüyorum, düşündükçe içi boşalıyor. Her içi boşalan gibi dönüp sırtını uyumak istiyor. Duygusal bir bağ da hissetmiyor olacak ki su isteyip istemediğimi bile sormuyor. Ey yazmak diyorum, boyu devrilesice herif. Umursamıyor. Dönüyor kıçını ve yatıyor. Ben portakalları özlüyorum. Portakallar ördekleri düzüyor. Üzüyor beni portakalla arama giren her paytak pati. Üzüyor beni her ördeğin portakallardan aldığı hayasız zevk. Unutmamalı ki hayaları olmayan bir zevkin üzerinize boşaltabileceği tek şey portakal suyudur. Üzüyor beni her hayasız portakal. Hayatın bir anlatım bozukluğu olduğunu düşündüğümden bu yana geçen 17 yılda hiçbir şey değişmiyor. Tek değişen çözmek zorunda olduğum paragrafların sayısı. Gün geçtikçe artıyorlar, durmuyorlar. Üzerime yürüyorlar, binlerce paragraf. Oysa ben severdim eskiden paragraf sorularını. Yazar burada..

Yazar burada kendi güdük hayatının muhasebesini yaparken ben şurada portakallı ördekleri düşünüyorum. Yazar burada güdük hayat anlayışını yazıya döktüğünü, boşalttığını, kustuğunu zannederken ve kabız beyninden, beyninin kenar çeperlerini zorlayarak sıçtığı her kelimenin beynine verdiği zarardan anal bir zevk duyarken ben 15 yaşındayken bildiğimi zannettiğim hayattan iyice kopuyorum. Hayat artık seni anlamıyorum. Hayat artık seni anlayabildiğimi söyleyecek kadar kabız değilim. Hayat artık sana ömrüm diyebilir miyim? Çünkü her ne kadar seninle aramda çok fazla anlatım bozukluğu olsa da seni kendime yakın hissediyorum ömrüm. Bak oldu sanki!

Ömrüm. Al bu acılar senin. Ben acılarla muhatap olmamayı da bilirim ömrüm ama senin yüzünü hep yanlış okuyorlar. Benim yüzümü hep yanlış okuyorlar ömrüm. Yüzümdeki ifadesizlik boktan bir yazarın yazdığı boktan bir paragraftaki boktan bir bozukluk olarak adlandırılsa da ben Edi’si ölmüş Büdü’yüm ömrüm. Ben Lorel’i tecavüze uğramış Hardy’yim, Bonnie’si fahişelik yapan Clyde’ım ömrüm. Ve hiçbir kuralını bilmediğim edebiyatta buna sanırım ikileme diyorlar ve sen sakın ikileme ömrüm.

9 sene önce yağmurlu bir gecede, boktan bir Anadolu kentinde, boktan bir sokakta, kurbağaların sesi arasında sevgilimi kafiyeli isimlere sahip ve yaşı geçkin 3 bekar halasına bırakırken kaybettim ben masumiyetimi. Hem gençtim, hem mutluydum, ve her genç gibi farkında değildim. Ben o kafiyeli halalara sevgilimle beraber tüm ifadelerimi de bıraktım ömrüm. Ben bedenimi orada bıraktım. Ben 9 sene önce 3 halaya kaptırdım ruhumu ömrüm.

Ben ne zaman yağmur yağsa 9 sene öncesine dönüyorum, ne zaman o anlamsız vraklamayı duysam bir çift portakal sokmak istiyorum kurbağaların götlerine. Ben ne zaman tek başıma yürüsem sanki seni ömrüm, seni, ömrümü o 3 halaya bırakmış da boş evime geri dönüyormuş gibi hissediyorum. Yağmur yağıyor ve göz yaşlarım belli olmuyor..

Ben kendi kendime mutlu olmayı da bilirim ömrüm, ben acılarla muhatap olmamayı da bilirim. Bir de aramızdaki şu anlatım bozukluğu olmasa…

……………………………

Yazmak diye düşünüyorum, ve hep içi boşalıyor. Yüzümde portakallı ördekler dolaşıyor… yağmur yağıyor.. kurbağalar o şaşkın gözleriyle göz bebeklerime bakıyorlar.. ama araya yağmur giriyor..

Yazmak diye düşünüyorum..

ve masumiyetimi yaşı geçkin 3 halaya teslim ediyorum.

1 yorum:

kevaşe dedi ki...

henüz okumadım bile ama mordevrim yine yazmış!