22 Şubat 2008 Cuma

HAIR



evim yok, ayakkabım da
param yok, bir sınıfım da
şalım yok, eldivenim de
yatağım yok, kabım da
inancım da yok.. şuraya bak..
annem yok, kültürüm de
arkadaşım yok, okulum da
canlılığım yok, iç çamaşırım da
sabunum yok, trenim de, aklım da...
sigaram yok, işim gücüm de
bozuk param yok, bir penim bile
kızım yok, biletim de
jetonum yok, tanrım da
evet
otum yok, asidim de
giysim yok, meskenim de
elmam yok, bıçağım da
silahım yok, çöpüm de
kartım yok.. yandı..
dünya yok, eğlence yok, bisikletim yok, sivilcem yok, ağacım yok, hava yok, su yok...
şehir, banco, kürdan ayakkabı bağcığı, öğretmenler, futbol topu, telefon, kayıtlar, doktor, erkek kardeş, kız kardeş, üniforma, makineli tüfek, uçaklar, mikroplar, m-1'ler...
bang bang bang......

13 Şubat 2008 Çarşamba

Fight Club'a Eleştiri



Film aslında alttan alta hepimizin içinde yer alan kerametçilik ve hazıra konma içgüdüsünü uyandırıyor. Kadınları etkileyemeyen, konuşmaktan çekinen, iş yerinde silik, hayatta sünepe, sosyallikte eline geçiremediklerini parasıyla evine geçiren, etkisiz insanların her zaman hayal ettiğidir Tyler Durden gibi birisi olmak.


Sen bunları yapabilmek için hiç bir çaba harcamazsın, kafelerde ya da evde hatunlar yanıma gelsin diye ayrı bir masada ya da odanda kendince acınacak bir karizma yapmaya çalışırsın, dünyanın en zeki ve yaratıcı insanı olduğunu düşünür ama elin bir boka ulaşmaz, yolda, belde, otobüste sana saygısız davranan insanları evine odana çekilince hayalinde tekme tokat döver, bir de üstüne ortamdaki tüm hatunları etkileyecek bir nutuk çekersin, hayallere dalar gidersin... vs. vs.


Tyler Durden aslında hepimizin olmak istediği kişidir, ama Durden olmak için uğraşmaya gerek yoktur. Nasıl olsa bir güç bizi Durden yapacaktır. Kerametler bizim için vardır. Her hayal ettiğimiz gökten zembille iner. Şizofreni aslında 20. yy. zembilidir. (zaten dikkat ederseniz çoğu bir boka yaramayan sorunlu 16-22 yaş gençliğinin yine çoğu kendisini şizofren sanmaktadır. Ve çoğunda şu mantık geçerlidir: "madem piç olamıyoruz, niye şizofren olmayalım lan!")

Konuya gelirsek.

Narrator’un filmin sonunda Tyler Durden'ı öldürmesi, Narrator’un kendi yansımasına karşı kazandığı bir zafer olarak algılanmamalı. Tam tersi, yansımanın silik aslını kendisine benzetmesi ve tahtını ona devrederek görevini tamamlaması açısından ele alınmalı.

Filmin başından sonuna kadarki tüm eylemlerde pasif kalan Narrator filmin sonunda hiç de haketmediği bir kraliyete kavuşuyor ve tüm film boyunca mülkiyetsizliği yücelten Tyler Durden tarafından kendisine koskoca bir sahibiyetlik, mükemmel bir ordu ve hep hayalini kurduğu sevgili modeli teslim ediliyor.


Ve Narrator bize aslında hiç de samimi gelmemesi gereken ama nedense hepimizce çok beğenilen sahnede (ki elbette Pixies şarkısının ara gazı eşliğinde) kolunu "kadını"nın omzuna atıyor büyük bir pişkinlikle (elini tutuyor). Daha 1 saat önce tüm eylemleri provoke etmek isterken, Narrator hiçbir aktif eylemde bulunmadan hep özlemini kurduğu "lüküs hayat"a kavuşuyor birdenbire. Ve bizlere bu bir zafer gibi gösteriliyor. Zaferi Durden kazanmışken biz zaferin aslında asıl gölge olan Narrator'un kazandığını düşünüyoruz.


Tüm o sevmediği finanssal sistemi yok etmeyi kafasına koyan Durden'ın kafasındaki tek şey "herşeye sahip olmak" olarak da görülebilir. Durden tüm eylemleriyle sahip olmayı "meşrulaştırıyor" , ıvır zıvır şeylere sahip olmayı utanılacak bir şey gibi gösterip "sahip olma"ya uluhiyet veriyor, ve köle gibi çalışarak sahip olmayı insan doğasına aykırı göstererek üretilenlerin paylaşılmasında yarı anarşo-komünal bir sistem ortaya koyuyor ve bu sistemin özü, kapitalizmin özü olan "sahip olmak için yok et" düsturuyla aynı paralellikte işliyor.

Yani aslında Durden sürekli çelişen bir düstur içerisinde hareket ediyor. Durden'ın davranışları, "kapitalist ekonominin temel ilkelerinden olan “ihtiyaçların sınırsızlığı”na karşı bir tepki" değil, tam da bu davranışın mükemmel bir uygulanış biçimi olarak işliyor.

2 Şubat 2008 Cumartesi

Varoluşsal kaygılarımın ayak parmakları


Artık öğrendim birileri gözlerimin içine bakarken bile çaktırmadan ağlayabilmeyi. Melekler şilt verin bana. Melekler alkışlayın beni kırık kanatlarınızla. Melekler şiir yazın bana. La kaldırın kıçınızı.

(Melekler tanrının gözyaşı, yağmurlar meleklerin gözyaşı, ben yağmurların gözyaşı olabilir miyim.)

Ahh. Verin bana ruhunuzu, iki günde adam edeyim. Biliyorum bir bütün olamıyorsunuz asla, dağılmak üzeresiniz. Verin ruhunuzu bana, sizi kendinize kenetleyeyim.

Ahh, verin o şuh dudaklarınızı bana. Sakın bir anda boşaltmayın ama, dokunduğum anda patlayan kahkahalarınızı suratıma . Sessiz olun ki sizi kendime ekleyeyim.

(Babamın 13 sene önce reddettiği abim, kestirdiği cinsel organından küçük parçalar halinde yapıp sattığı küpeler fazla tutmayınca, yumurtalarını Topkapı Sarayına ikiz Kaşıkçı Elmasları diye kakalamaya çalışırken tutuklanıp nezarette tecavüze uğradıktan sonra Beyoğlu’nda fahişelik yapmaya başlamış şimdi. Kendisinin tanrıça olduğuna inanıyor artık acınası bir saflıkla.)

Ben gidiyorum demiş miydim? Dedim varsayın. Öyleymiş gibi yapın. Mesela yüzüm eski bir aşk gibi anlamsız olsun.

Siz bu yüze anlamları sonradan yükleyin.

(ben yazıya profesyonel bir olgu olarak bakıyorum, büyüyünce o da bana bakacak. Söz verdi !!!)

Kasıklarımda erojen bir yara. Kasıklarımda iplerinden kurtulduğu için kendini özgür zanneden ama hiç kıpırdayamayan aptal bir kukla. Kasıklarımda Gepetto Baba.

(Gözyaşlarımdaki pH oranını dengeleyecek bir deney üzerinde çalışıyorum günlerdir. O yüzden bu kadar çok ağlıyorum. Başka bir şey sanmayın. Deneylerimde yardımcı olsun diye yeşil bir peri tuttum kendime. Sadece spermle besleniyor ve inanın bu çok masraflı. Onun yemek parasını çıkarabilmek için porno filmlerde figüranlığa başladım. Son filmimde baş aktörün prezervatifini oynadım. Şimdi içimdekileri kusup perimi besliyorum. Ama çok mutluyuz, evlenmeyi ve balayımızı Rio’da isa heykelinin sakallarında geçirmeyi planlıyoruz.)

Bana dokunmak ibadettir sevgili cemaatim, lütfen dokunun bana. Benim tenim ruhumdan da zengin. Ellerinizi halojen ışıklar altında erojen bölgelerimde gezdirin, ışık yoksa Diyojen’in mumunu çalın, zaten yüzyıllardır aradığını bulacağı yok pezevengin.

(Sevişmeyi bilseydim ilk neremden zevk alırdım. Benim erojen bölgem yüzümdür, kimse bilmez. Yüzüme dokunulduğunda aldığım zevki cinsel organım bile kıskanır, kızar, diklenir bana. Yüzüme tükürür.)

Ben ne zaman sussam ellerim çığlık atıyor. Ellerim tecavüz edin bana. Yemin ediyorum kimseye söylemem. Bir ruh çizin bedenime yalandan.

Ve yalarsa estetik kaygılarım varoluşsal kaygılarımın ayak parmaklarını, bilin ki ince ince kan damlar Sartre’ın meme uçlarından. Ve korkmayın asla, ses çıkmaz, hiçbir kan damlasından.

(Hem çok ünlü hem de çok ibne bir modacıdan desinatörlük kursu alıyorum. Son defilem muhteşem geçti. SSK hastanesinin çöplüğünden çaldığım bozuk röntgen cihazlarıyla, giyenlerin iç organlarını gösteren transparan bir elbise tasarladım. Keşke o elbiseyi giyen mankene defileye çıkmadan önce tuvalete girmesini söyleseydim, bağırsaklarındaki bok parçaları pek estetik durmadı)

Aşk ihanete düşse neresi kanar, aşk aldırmazlığa yuvarlansa yanar mı bir yeri. Ve kabul eder mi bir aşk yanığı, yoğurtlu tıbbi müdahaleyi. Artık öğrendim, birileri gözlerimin içine bakarken bile…. çaktırmadan ağlayabilmeyi.

(Her toplu intihara, sırayla ismini yazdırıyor artık bedenim
Ruhum topsuz alanda, dokuz nokta dokuz küsurlu hareket.

Ufacık bir melek, taşımaya çalışıyor beni, yırtılıyor kefenim…
İkide bir yere çakılıyoruz, ….buna da bereket Tanrım ….

buna da bereket.)

Yüzümü yüzünüze çaksanız yeridir


Tüm geçmişimi 3. sınıf bir film şirketine sattım. Filmin müziğini hamam böcekleri yapacak. Benim gözyaşlarım onların panzehiri, benim uçan perim onların peterpanı, benim abdurrahman çelebim onların pan tanrısı. Yaptığım tüm hareketler onlara göre pantomim. Benim kelimelerim onların şeker pancarı, işlenmedikçe tadı olmayan. Pantalonlarından fırlayan cinsel organlarının panama boğazını delip geçişi hayat onlar için, ama hayat benim pankreasımı iğfal etmiş. Şeker hastasıyım.

Benim gözyaşlarım elbette onların panzehiri...

Yüzümü yüzünüze çaksanız yeridir. Sizin yüzünüz hangi nasıralı marangozdan çıkma çarmıh. Benim testislerim el bombası. Sakın üstündeki pimi çekmeyin, yemin ediyorum yüzünüze patlarım.

Hangi kızıl akşamüstüydü o, sevgilimin gözlerini bulamadığım. Ellerinde ruhsuz bir cinsel devinim, dudaklarım dudaklarına kavuşamayan beşik kertmesi.

Ben bu insanların yüzünde hem de tam iki kaşının ortasında kaç kere intihar ettim. Ben bu insanların midesinde kaç kere alkol komasına girdim. Cesedimi adli tıpın morgundan çalanları bir kaşık öz suyumda boğarım yalanım yok.

Sevgilimin yüzünü heykel yapsalardı buddha nın meme ucundan kan damlardı.

Ölürsem midemden işkembe çorbası yapın. Ama önce çorçocuk tüm mahallenin sarhoş olmasını sağlayın, vasiyetimdir. Sevgilimin saçlarına da mayın döşeyin. Kimse okşamasın. Evimin bodrumunda beslediğim 3 kanatlı otistik meleğe büyükannem baksın. Bana ne öldüyse, gidin çıkarın mezarından. Melekler yağmurla beslenir, sonbaharda fazla dışarı çıkarmasın, kilo alıyor kevaşe. Ve son isteğim kediler için mart ayında kerhane açılsın. Fiyatları düşük tutun.

Pankreasım bana ihanet etti anne. Ve ben onu tam ciğerinden vurdum. Ve onlar bana hep güldüler anne, hem de hep aynı sözcüklerle. Beni madem çok unuttular, haddinden fazla hatırlatmak da benim görevim.

İntihar etmek benim için bir yaşam biçimi. Bir içim su tabirini hiç anlamam. Bir içimlik birşeyden de hiç anlamam. Tat alamam. içmem de zaten, eğer güzel bir şey olsaydı o son yudumu kimse bırakmazdı. Ben seversem bardağı bile yalarım.

Ben öldüğümde ciğerimi sokak kedilerine bağışlayın. Ölümüm hiç değilse onların bayramı olsun. Martılara bir saat içinde 5 bin tane simit atın. Obeziteden ölsün pezevenkler. Kargalara dokunmayın, kendi bokları var. Ve palyaçoların ayaklarıyla burunlarını tedavi ettirin. Öyle organ mı olur?. Estetik kaygılarım varoluşsal kaygılarımın ayak parmaklarını yalıyor.

Benim sevgililerim cüzzam yarasına benzer. Ve ben şeker hastasıyım, yaralarım elbette geç kapanır. Lütfen 3 boyutlu gözlüklerinizi takın, size ameliyat izimi göstereceğim. Salyası akanı vururum.

Ben kendime bile 5 dakika dayanamazken nasıl o kadar çok tahammül ettim onlara.

Hangi akşamüstü ölmüştü sevgilimin gözleri, gözkapaklarına sarıp gömmüştük hani. Peki ellerini nerede bırakıp da gelmişti. Hangi yüzle gelmişti o ellersiz, hangi ellerle gelmişti o yüzsüz. Ben onu değil, onun dış organlarını sevdim.

Benim sevgililerimin hep ilk kulakları ölür. Yatak odama gelin de size kurutulmuş melek kolleksiyonumu göstereyim. Korkmayın lütfen, cinsel organım bir kaç sene önce soğuk algınlığından öldü. İçini pamukla doldurduk.

Peki hangi akşamüstüydü o, hani sevgilimin gözleri sakat kalmıştı da, biz onları acı çekmesin diye öldürmüştük. Hani tanrı ellerine o gün ruh üflemeyi unutmuştu. Ne güzel. Benim sevgilimin gözleri takma, elleri ruhsuz. ne güzel.

Ne güzel..

Ne güzel...

(Yüzümü yüzünüze çaksanız elbet yeridir. Peki sizin yüzünüz hangi nasıralı marangozdan çıkma çarmıh.)

Benim sevgililerim portakala benzer


Zaman geçer. Bob Marley’in saçlarından denizci halatı yapılır. Hatta utanmazlar, Janis Joplin'in o ufacık göğüslerini silikonla büyütüp meyveli soda yaparlar da şişeye karpuzlu yazarlar. Hiç bir uyarı koymazlar üzerine, kalori hesabı bile yapmazlar. Utanmazlar..

Zaman geçer.... Zaman üzerimden geçer.. Tecavüze, suratıma photoshop'la sahte gülücükler takıp, biraz da ses efekti ekleyerek porno süsü verir... Filmim çok satanlar listesinde tavan yapar.. Tavan sesini çıkarmaz..

Kimse rahat bırakmaz beni... İçine boşaldığım herkes tepki olarak beynini bana kusar, içine boşaldığım tüm kadınlar artık iki kişiyiz diye sosyalleştiklerini zannederler. Spermlerim hükümet kurar. İlk gen soruyla genleri bozulur.. Düşerler..

Sevgilim şizofreni taklidi yapar. Sevgilim portakal taklidi yapar. Sevgilim portakal taklidi yapar da, portakalım sevgili taklidi yapamaz. Portakalım beni içine alamaz, içi parçalanır. Ben sevgilimin değerini daha iyi anlarım.

Çünkü sevgilim turuncu giyinir de, portakalım asla ten rengine bürünemez.. Ben sıkıldıkça portakalı soyarım, baş ucuma koyarım..

Ben bu hayattan sıkılıp ne zaman metaforlara sığınsam, hayat tüm metaforlarıma ültimatom yollar, hatta çekinmez nota çeker.

En sevdiğim nota mi minördür.

En sevdiğim metafor portakaldır.

En sevdiğim portakal sevgilimdir.

Benim sevgilim çoğu zaman portakala benzer... metafor değildir. ..

Sevgilimi soydumm, baş ucuma koyydumm.. tray lay lay...

2 ölüye sarılı yorum



Bulutlardan sarı yaprak yağıyor. Erimiyor lan. Erimiyor. Beyaz olan erirken sarı olan duruyor orada. Tanrı sarıya erimezlik bahşediyor. Tanrı bize bazen önemli şeylerden bahsediyor. Biz tanrıyı din'lemiyoruz.

13 yıldır 13 yaşımda yaptığım bir toteme taparım . Hayatın, tanrının bir anlatım bozukluğu olduğunu düşünürüm 13 yıldır. Ne zaman bir tahteravalliye binsem ben tam en yukarıdayken bir anda kaçıp gider aşağıdaki. Ben hep kıç üstü düşerim.. Ben ne zaman bir buluta çıksam sarı bir yaprak aşağıya düşer..



Keşke hiç yaşamaya çalışmasaymışız. Uğraşmasaymışız beyhude. Keşke ölüm bize ilk yaklaştığında gülümseyerek, kahkaha atarak, kusarak, osurarak, sıçarak, parendeler atarak ona teslim olsaymışız. Tam ruhumuzu (vestiyere) teslim ederken Lou Reed bize Perfect Day’i çalsaymış. Ama ne zaman hayata sarılmaya çalışsak kopuyor bir denizci düğümü en sağlam yerinden.

Ne zaman yaşamaya çalışsak ip'lemiyor bizi hayat.

Ölüyorlar. Ölüyorlar lan. Durmuyorlar. Biz tam en tepesindeyken tahterevalli denen hayatın, onlar unutup bizi ölüyorlar..

Acı çekmemek için birbirimize sarılıyoruz. Ki zaten sarılanlar genellikle birbirlerine sarılırlar.Başkasına sarılan kişi ile sarıldığı başkası, artık o kişiyle birbirlerine başkaları değil birbirleri olmuştur. Jimi ölüyor, Janis ölüyor.. Yapraklar dökülüyor.. Asıl onlar birbirlerine sarılıyorlar.. ben yalnız kalıyorum..

Bakıyorum, sarılacak tek bir başkası dahi bulamıyorum. Düşünüyorum, cevap bulamıyorum, insan bir başkasına sarılmadan nasıl yaşar lan diyorum.
Sonbaharda yapraklar yağıyor. Nasıl da sarılar. Ben totemime sarı'lıyorum... ağlıyorum..
İnsan en çok eski yaralarını kanatmayı seviyor...



18 eylül Jimi Hendrix
4 ekim Janis Joplin


(Totemimin ismini J koydum.. İnsan tanrısına isim verebilmeli...)