3 Mart 2019 Pazar

Mesela Desen ki...




Mesela desen ki, evet bende de sana karşı bir şeyler var. Bak mesela bu bir kalp. Dudaklarım kadar kırmızı bir kalp. Korkma artık atmıyor. Atmayınca da acımıyor. Hem zaten atmayan şeylerin canı yanmaz, atmayan, içinden kan akmayan şeyler kanamaz. Desem ki ama bu kırmızı. Atmayan bir kalp nasıl kırmızı olabilir ki? Mesela desen ki çünkü daha yeni söktüm içimden. Çünkü içimde attıkça bu kalp bana acı veriyor.

...

İstenmemiştik ve içimizde bir yerler kırılmıştı. Biz başkaları tarafından kırılmış ayrı ayrı vazoların, biz başkaları tarafından parçalanmış puzzle'ların, biz belki farklı ağaçlardan kırılan başka başka dalların ve biz başka başka aşka düşmüş de başka başka yerleri kırılmış bedenlerin birbirine hiç benzemeyen ama birbirini tamamlayan parçalarıydık. Bütündük ama aslında yarımdık. Birlikte bir tamamdık.

Biz belki de o sırada aşk acısı çeken sarhoş bir tanrı tarafından yanlışlıkla başka başka vazolara yerleştirilen aynı vazonun parçalarıydık da birlikte olabilmek için kırılmamız gerekti. Biz belki de birlikte olabilmek için kendimizi bile bile kırdık. Hem öyle olmasa başka başka yerlerde, başka başka şekillerde kırılıp da bu kadar uyabilir miydik birbirimize?

Dur bak anlatayım. Ben seni gördüğümde tamam dedim, ben o kırık vazonun kırık parçası, dedim tamam, biz aslında aynı vazoların parçalarıyız. Yoksa böylesine bir bütün gibi birleşemezdik. Aynı vazoda olacak iken kim bilir belki de arkadaşlarından geri kalmamak için ilk defa esrar çeken kafası dumanlı bir tanrı tarafından... Tanrım kusura bakma ama yaramıyor sana. Tanrım kusura bakma ama artık kanamıyor yara. Tanrım hiç kusura bakma ama artık saramıyor kara...

.

Mesela desen ki, ben de seni arıyordum ama seni aradığımı bilmiyordum. Ben zaten aradığım şeyin ne olduğunu bilmeden bir şeyleri çok ararım. Kalbim sancıyana, ayaklarım acıyana kadar ararım. Atmayan kalbimi zaten sana vermiştim. Bak bunlar da ayaklarım, zaten sana geliyorlardı ama sana geldiklerini bilmiyorlardı, al senin olsun. Korkma artık adım atmıyorlar. Ama ben desem ki, ama bunlar.... Desen ki evet, atmıyorlar çünkü aradıkları şeyi buldular.

Ben seni gördüğümde bak dedim, biz aynı puzzle'daki o manzaranın parçalarıyız. Dedim bizi birleştirirlerse, bizi doğru yerlere koyarlarsa öyle güzel bir manzara oluşacak ki, bizi başka başka yerlerde başka başka acılarla yaratan o esrik tanrı bile şaşıracak. O yarattığına aşık olacak, biz birbirimize. Tanrım, ne dersin?

Biz dökülmüş ağaçların dalları, biz yere dağılmış puzzle'ların, biz saçılmış vazoların parçaları, biz başka başka aşklarda başka başka yerleri kırılmış, biz bir yıllardır birbirine yürüdüğünü bilmeyen bedenlerin ayakları...

...

Ve mesela desen ki, al kalbim ve ayaklarım senin olsun. İkisi de artık atmıyorlar. Bunlar zaten aynı aşkın acıları.




24 Ekim 2015 Cumartesi

Kaçamıyoruz Tanrım

Kaçamıyoruz tanrım. Elimizde kaçabilmek için her şey olmasına rağmen kaçamıyoruz. Elimizde su var, un var, şeker var tanrım ve Mahmut Tuncer'in tüm saykodelik olumlamalarına rağmen helva dahi yapamıyoruz. Yapamıyoruz tanrım. Bizim kendimize kızdığımızdan çok Mahmut Tuncer kızıyor bize. Kusura bakma Mahmut abi. Yapamıyoruz.
Peki ya bağlanmaların tamamı mazoşist eğilimden sayılmıyor mu tanrım? Nedir bir kadına, bir erkeğe, bir işe, bir vatana, bir dine bağlanmaktan farkı bir ipe bağlanmanın? Bağlanabilmeyi bu kadar yücelten nedir? Nedir aitlik fikri? Bir aidiyeti diğerinden üstün kılan nedir tanrım, nedir objeler arasındaki uluhiyet hiyerarşisini belirleyen?
Hani başkalarını bilmem de ben kaçamıyorum tanrım. Ama inan bir şeye olan bağlılığımdan değil, ki kendimden daha çok tanırsın beni. Kaçabilecek hiçbir yer olmadığından. Kaçılacak her yerin aslında kaçtığın yerle aynı olmasından.
Öyle bir labirent düşün ki tanrım, ki sana düşün demek de garip çünkü sen zaten olan ve olabilecek olan her şeyi zaten düşünmüş olduğun için, işte her neyse, öyle bir labirent ki Yıldız Tilbe'den kaçıp Kibariye'ye tosladığını düşün mesela tanrım. Sanki nereye kaçsam bir taraf "seni pezevenklerin elinden kurtarmadım mı?" diye bağıracakken, diğer taraf "şöfeeeer şöfeeeeer" diye kulağımı sikecek. Ki bir insan ne orospu yerine konulmaktan, ne de kulağının sikilmesinden hoşlanır tanrım. İşte böyle boktan bir arada kalış bu.
Ve ben kusura bakma tanrım ama yıllarca var olma denilen şeyi Baudrillard, Dawkins, Hawking üçgeninde sorgulamışken, şimdi tüm varoluşumu Kibariye'nin annesi ile İbrahim Tatlıses'e karşı savunmak istemiyorum. Bana bu savunmayı lütfen yaptırtma, bunu gerçekten istemiyorum tanrım. Ve lütfen kusura bakma ama beni bu arada kalışların tam da göbeğine koyan sensin. Ben değilim. İnan ki tanrım, benim şu var oluşta "var olmam" dışında hiçbir suçum yok. Ki bunun da maalesef sorumlusu sensin.
Peki senin katında isyan mı daha günah yoksa espri mi tanrım? Ne bileyim, bazen sana karşı espri yapınca sanki isyan etmekten daha büyük bir günah işlemiş gibi hissediyorum kendimi. Ne zaman seninle konuşsam ironiden sarkazma, espriden isyana bir karenin içinde hapsolmuş hissediyorum kendimi. Ben asıl, sanırım, senden kaçamıyorum tanrım.
Ne olur beni kendinden azat et.

Yıldız Tilbe'yi İbo'nun elinden kurtar.

Kibariye'nin annesinin toprağını bol eyle.

 Mahmut abinin de helvasını lütfen ver.

13 Şubat 2015 Cuma

Seviyorduydu

Yalnız ne güzel geliyorduydu alkol fikri uzaktan
Bindi de hızlı trene öyle gelipduruyorduydu
Yalnız kondüktör gibi duruyor ama senin elinde o kadeh
O kadeh birilerinin amca oğlu, o kadeh nezaketen
bilet sorupduruyorduydu bana
ve fil ahireti nezaketen














Yalnız hangi gündü o bir trenle gelipduruşun
ayaklarında bir dans ettiğini bilmeyen tavşan sekişi
Ve duruşun dörtnala üçnala ikinala
Dökülüdurupduruyordu ayakların
Hangisiydi o dökülen ayaklarını
şans getirir diye boynuna asan tavşan
Ayakların bir tavşanın ek işi
Yalnız harbiden ne güzel gelipduruyorduydu alkol fikri uzaktan...

22 Aralık 2014 Pazartesi

Ben ich band a dö

Danişmende eğilir dengilim
ve ben hiç bende değilim sevgilim.
Ben ich band a dö...
Sence insanlık kazanır mı sevgilim?
İnsanlıkla olan savaşını..
Ki ben kendi şehzademi boğarım
Yeter ki devletin bekası bakaya...














Bakası geliyor ya insanın hani sevgilim
Bir göz nasıl bakıyorsa başka bir göze..
Bir ciğer nasıl nefes veriyorsa başka bir ciğere
Ve bir saç nasıl keratin falan...
Anlamadığım konular işte bunlar benim...
Ama bakası geliyor ya hani insan başka bir göze sevgilim
İşte o zaman danişmende eğilir benim dengilim
ve ben hiç bende değilim sevgilim.
Ben ich band a dö...

19 Ekim 2014 Pazar

Tnrm ndhen bhen?

Neden olmuyor tanrım? Yaşamayı neden beceremiyorum.

Şimdi belki kızacaksın tanrım ama Amerikan kolej liginin en gözde basketbolcusu olamadan, amigo kızların lideriyle 3 aylık kavgalı dövüşlü aşk yaşayamadan, o kızı, okulun en asosyal ama aslında en düzgün elemanlarından birine kaptıramadan yaşlandık gitti affedersin. Şimdi afedersin tanrım ama bu hadi sonsuzluğunu geçtiğim 15 milyar yıllık evrende neredeyse 35'ime geldim ve belki bilmiyorsundur ama 35 yaş bu evrende gençliğin elden gitmesi anlamına geliyor. 35 denilince bir ömür artık eksiye doğru gidiyor. Hani eskiyi çok da bilemiyorum ama günümüzde 35'ine yaklaşmak erkekleri bakkalda arkalarında sıra bekleyen çocuklar için amcalığa terfi ettirebiliyor. Ve ben bana amca diyen tüm çocukları, onların geleceğe dair tüm umutlarını dirseğinden kesip dilendirmeyi düşünüyorum. Öyle deme tanrım, bu işte iyi para var.


Ki beni bilirsin güzel tanrım, hadi senin gül hatırına basketbolu geçtim, o saçma Amerikan Futbolunda lisenin en salak ama en güçlü elemanı olmayı da kabullenebilirdim, basketçi olmasam da olurdu. Hani bunu dememin sebebi şu ki mutlak-i kadir tanrım, mutluluk bazen ve hatta gerçekten çoğu zaman bilmemenin tam da içinde yer alıyor.. İşte o salak Amerikan futbolcusu var ya tanrım, işte o senin şu evrende yarattığın en mutlu varlık. Sen nirvanaya onda ulaşmışsın tanrım.

Yaşanacak birçok hayat vardı tanrım ve sen bana şu ankini layık gördün. Bilmem, belki de olması gereken buydu ama, insan, adı üstünde işte, insan düşünmeden de edemiyor tanrım. Ne bileyim, küçük ve şirin kahve dükkanından kahvemi alıp o gökdelenlerdeki sıkıcı işime gitmeye bile razıydım hani. O şirin kahve dükkanında çalışan, tatlı hayalleri olan, küçük bir kasabadan New York’a gelmiş ve hayatının erkeği tarafından keşfedilmeyi bekleyen yaşam dolu bir Mary’ye aşık olabilirdim ne bileyim.

Hani başta anlamazdık birbirimizi. Mary acılar çekerdi. 72 milyon yıldır kasabada yaşayan annesini arar biraz dertleşirdi. Annesi, bir zamanlar tam bir kazma olan ama yıllar geçtikçe, kıçındaki kılların kadayıflara dönüştüğü derecede Hulusi Kentmenliğe terfi eden babasından örnekler vererek içini rahatlatırdı Mary’nin. Baban da öküzdü Mary. Ama sabret, 63 yaşını geçince her erkek çok tatlı oluyor. Evet evet, kalkmadığı için, evet, 63 yaş.. zaten bir erkek ancak 63 yaşından sonra hayat arkadaşındır Mary. Onun öncesindeki bir erkekle her sabah yediğin corn flakes arasındaki tek fark erkeğin sindirim sitemine anal seks harici pek bir faydasının olmayışıdır. Ahahahaha. İlahi Mary, tabi ki espri yapıyorum. Babanla öyle bir şey yapmadık. Şakacı seni.

Ya da ne bileyim tanrım, hani belki sen kendi katında Şiiliği tam kabul etmiyorsundur, bilemiyorum, e tabi ben sünni bir toplumda yaşadığım için Şiilik hep tukaka şeyapıldı bize. Ama eğer öyle bir şey yoksa, sen şiileri de şahsen bizzat bilerek ve isteyerek ve hatta severek… e tabi bir tanrı kendi yarattığını sevmez mi.. sever tabi.. kocaman tanrı o..

ne diyordum, yok şiiler de senin gözünde ne bileyim mesela bir ışid sakallıları kadar değerliyse o zaman hem onlar hem de senin bulunduğun kat adına özür diliyorum tanrım.  Özür dilemek erdemmiş tanrım. Eğer öyleyse cennette bana da ufak bir çay bahçesi.. tanrım ben çay bahçelerini çok seviyorum… beni mesela şu an bıraksalar bir çay bahçesine…  ama yok, ben zaten boka batmış bir günahkarsam zaten.. Umarım beni sonsuz yıl yakmazsın.

Zaten ben 35 yılı zor geçirdim tanrım, e sen şahitsin...  Gerçekten sonsuz yıl işkenceye dayanamam.

 … uzatmayayım. Mesela İran’da bir motorsiklet tamircisi olsaydım. Üniversitede bir öğretim görevlisi de değil aman. Çünkü genelde bol ödüllü iran filmlerinde bir şeylerin acısını çekenler hep de irana göre düşündüğümüzde oranın üst tabakası olanlar oluyor. Ama zaten sen şahsen çok iyi biliyorsun ki Türkiye’de öğretim görevlisi olmak çok önemli bir şey değil. Ama İran’da önemli. Acıları da hep onlar çekiyor. Peki ya motorsiklet tamircisi. Hem şiisin, tanrım bile kabul etmemiş seni, öyle diyor sünniler, hem irandasın, bildiğin despotizmin sözlük anlamı, ki gerçi bizim türkiye de o yola giriyor, o yüzden kendini yalnız hissetme, hem de motosiklet tamircisisin… Olm ben sana daha ne diyeyim.. Şirk mi koştun tanrıma da bu hale geldin.. tuvalete ekmekle mi girdin.. töbe.

Çok uzatmıyorum di mi tanrım. İnan bu sohbet havası hep seni çok sevişimden ileri geliyor. Ama sen zaten olmuş ve olacak olan her şeyi zaten tanrı olduğun için bildiğinden, içinde hepsini yaşadığından, bundan 1 katrilyon yıl sonrasını bile zaten yaşamış da bitirmiş olduğundan… ya bu arada sıkıcı değil mi peki tanrım? Olan ve olacak olan her şeyi zaten 1 milisaniye içerisinde deneyimliyorsun. Çünkü tanrısın. Her şeyi biliyorsun.. ama konumuz sen değil ki tanrım. Şu aciz kulun.

Mesela neden aborjin olmadım tanrım? Neden Meksika bozkırlarında bir şaman olmadım mesela? Doğayı, yeşili, canlıları bu kadar sevmeme rağmen, inan bir dereotunu yerken bile o dereotundan özür dileyecek haldeyken beni neden Mecidiyeköy’ün bu beton ve motorize keşmekeşliğine terk ettin tanrım? Beni neden bu camdan bakınca gördüğüm yosunlu griliğe, beni neden bu kapıdan çıkınca daldığım et yığınına… Beni niye terk ettin tanrım? Eli, eli lama sabakhtani? Lama lama dali tabakhtani?

Neden beni tanrılar çıldırmış olmalı filmindeki velet gibi bir cip izini yılan izi sanıp 27bin metre peşinden koşturacak kadar  tabula rasa… neden beni bir boş tahta değil de tabula rasa tabular asa, tabu la… anla..

Beni neden sibirya’da neredeyse sonsuz kar yığının arasında varlığını sorgulayan bir yakutistanlı değil de…  peki beni neden yarın okulda öğle tatilinde 18lik Freja’yla spor salonunun soyunma odasında yatmayı düşünen Ambjörssen soyadlı liseli bir İsveçli değil de, ya peki beni neden dayısı 30 sene önce buraya göç etmiş, kendisi de dayısının sayesinde gizlice geçen yıl kaçak girdiği Fransa’da bir camii cematine sığınmış, onlar yüzünden iyice radikalleşmiş Faslı bir kıza aşık bir Fransız değil de, peki ya beni neden, neden beni, beni peki ya, neden beni tanrım?

Paralel evrenleri de katarsam 13 katrilyon üzeri 23 tane sıfır olasılık içerisinde neden bu hayat tanrım? Gerçi paralel evrenleri katarsam iş sonsuz sayıya çıkıyor ama biz sonsuzluğu düşünmeyi bırakalı baya oluyor.

Svglm, onlrca hyat içrsnden ndn bhen? Pff yha…

Neden tanrım? Bana verdiğin bu hayatı yaşamayı ben neden beceremiyorum? Onlar nasıl beceriyor? Her gün etrafımda, yanımda, kıyımda gördüğüm onlarcası nasıl beceriyor? Onlara bana vermediğin neyi verdin tanrım?

İşin komiği ne biliyor musun tanrım? Ben sana inanmıyorum bile. İşin komiği ne biliyor musun tanrım? Sana en içten yazıları genelde ateistler yazıyor. İşin komiği ne biliyor musun tanrım? Çünkü sen, sana inananların kalbini kendi sevginle mühürlemişsin, senden başka hiçbir şeyi sevemiyorlar. İşte bu yönleriyle sana çok benziyorlar tanrım. Sevgisizler...

İşin komiği ne biliyor musun tanrım?

Bu yaşamayı beceremediğim hayat inan sana çok benziyor.



16 Mart 2014 Pazar

Sana Ben Mesela Sevgilim...




Sana mesela ben...

Sana mesela Baudrillard’dan bahsetmek istiyorum sevgilim. Mesela aslında simülasyon kuramının bu eski dünyada 4000 sene önce de konuşulduğundan. Mesela sikindirik Office Word’ün simülasyon kelimesi yerine “benzetim” kelimesini önerdiğinden ve aslında bu kelimenin simülasyon kelimesinin verdiği anlamın 14 milyarda 1’i kadar bile anlam ihtiva etmediğinden bahsetmek istiyorum. Sana mesela kelebeğin rüyasından, sana mesela Tibet’ten, sana mesela Arabi’den, sana mesela belki de Hallac’tan… Mesela sana Amerika’ya dair sıraladığım küfürlerden oluşan şiirlerimden bahsetmek istiyorum sevgilim. Sana mesela hepitopu 300 yıllık Amerika’nın 10 bin yıllık dünya kültürüne ettiği tecavüzlerden... Ki ben şiir yazmayı bırakalı 11 yıl oldu sevgilim.

Sana mesela aşkın kimyasından bahsetmek istiyorum sevgilim. Sana mesela bu yaşlı zannettiğimiz aslında çocuk dünyamızdaki tüm canlıların tek derdinin genini devam ettirmek olduğundan ve bunun için geliştirilen yöntemler arasındaki en gelişkin yöntemin aşk olduğundan bahsetmek… Ben zaten aşkı ya çok küçümserim ya da çok abartırım ve hem zaten aşkın ortası yoktur sevgilim.

Sana mesela ağlayarak yalnız balinayı anlatmak istiyorum sevgilim. Dünyadaki tüm balinalar birbirleriyle beraber olmak için 12-25 hertz frekansında ses çıkarıp haberleşirken, yalnız balinanın bir ses bozukluğu yüzünden 52 hertz ses çıkarttığı için onu hiçbir balinanın duyamadığından.. bu yüzden ömrü boyunca yalnız kaldığından, ne ailesi ne de sevgilisi olduğundan… Mesela sana yalnızlığın en güzel tanımının bu balina tarafından yapıldığını anlatmak istiyorum sevgilim. İnsanın da anlaşılamadıkça yalnız kaldığından. İnsanın ne kadar ortalama ses çıkarırsa o kadar kalabalık olduğundan ama en ufak farklılıkta yalnızlaştığından.. Ama ağlayarak sevgilim. Sadece ağlayarak… Sana mesela yalnızlık üzerine yazdığım şiirlerden, mesela o şiirlerde.. Hem demiş miydim, ben şiir yazmayı bırakalı 11 yıl oldu sevgilim..

Sana mesela bir köpeğin gözlerinde, sana mesela bir köpeğin ortası kalkmış kaşlarında gördüklerimi anlatmak istiyorum sevgilim. Sana mesela dünyanın en zengin 500 kişisinin dünyadaki tüm gelirlerin %50’sini aldığından.. sana mesela bu 500 kişinin kazandıkları paraları 1.000’er dolarlık banknotlar halinde her 1 saniyede götlerine soksalar bile o parayı binlerce yıl bitiremeyeceklerinden…  Sana mesela artık vereceğim bilgiyi de abartıp en zengin 1.300 kişinin dünyanın tüm gelirinin %94’üne sahip olduğundan.. sana mesela bizlerin aslında o acıdığımız köpek gözlerinden, o acıdığımız ortası yukarıya kalkık köpek kaşlarından bile daha aciz durumda olduğumuzdan bahsetmek istiyorum sevgilim.

Sana mesela bazı boktan şeylerden hiç bahsetmek istemiyorum sevgilim. Ben sana mesela sadece Zeki Müren’den, ben sana mesela sadece Cem Karaca’dan, mesela sadece Barış Manço’dan, sadece Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın şarkısından ve mesela sadece Fikrimin İnce Gülü’nden… Ben sana aslında sadece insanın içini, yaşadığına dair, nefes aldığına dair, kokladığına, öptüğüne dair… Ben sana aslında yaşamın sadece o an olduğuna dair… ama… ben sana.. sana ben..

Sana ben mesela intihar eden 16 yaşındaki kuzenimden, sana ben mesela 4 yıldır neredeyse her gün onu düşündüğümden, sana ben mesela ölümden… Sana ben mesela bir köyde büyüdüğümden, sana mesela 5 yaşındayken abilerin beni bir kamyon lastiğinin içine yerleştirip bir tepeden aşağıya doğru yuvarladığı anın hayatımın en güzel anı olduğundan… sana ben mesela sabahın 5’inde kalkıp kilometrelerce ineklerle yürüdüğümden, süt sağdığımdan, patoz yaptığımdan, ekin biçtiğimden, tarla suladığımdan, ama ben sana mesela Türkan Şoray’la el ele tutuşup 5 dk konuştuğumdan, ama sana ben mesela yazdığım bir skecin youtube’ta 1 milyon izlendiğinden, ama sana ben mesela “ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı” repliğinden, sana ben mesela 19 yaşımda izlediğim Fight Club’tan, his name is Robert Paulson’dan.. Sana ben hayatımdaki gereksiz tüm ayrıntılardan…

Sana ben mesela yalnızlığımdan… mesela hayatın, varoluşun, evrenin, tanrının anlamsızlığından.. sana ben mesela sonsuzluktan… Sana ben mesela yaşadığım varoluş sancısından.. mesela edebiyattan, müzikten, sinemadan, resimden.. Mesela Knut Hamson’dan, mesela Radiohead’ten, Red Hot Chili Peppers’tan, mesela Hair’dan, mesela J.W. Waterhouse’tan…

Sana ben mesela Ali İsmail’den, Berkin’den, Deniz’den. Sana mesela  Erdal’dan, Ceylan’dan, Uğur’dan…  12’den, 14’ten, 16’dan. Sana mesela ben  17’den, 19’dan.. dan dan dan!!! Minicik vücuttan çıkan 13 kurşundan!!!

Sana mesela yaşadığım büyük depremden.. 1 gün sonra yanına çıkmak için eşyalarımı toparladığım Ebubekir’in yerleşeceğim evde göçük altında kalışından.. 20’sinde ölüşünden.. Sana mesela 3 takla atıp da burnumun bile kanamadığı kazadan… Sana mesela ellerimin arasında gezip beni sokmayan akreplerden… Efsunlu oluşumdan.. Sana mesela yediğim dayaklardan.. Mesela burnumun kırılmasından.. Erkeklik gururumdan ve benim de attığım dayaklardan.. sinirimden.. içine daldığım 7 kişiden..

Sana mesela ben kendimden bahsetmek istiyorum sevgilim. Sadece kendimden. Sevdiğimden. Sevmediğimden. Siyasi görüşümden. İnancımdan. İnanmadıklarımdan. Girdiğim tarikattan, çıktığım örgütten… Yaptığım reislikten ve taptığım gurudan…

Sana ben 30 yıldan fazladır biriktirdiklerimden bahsetmek istiyorum sevgilim. Dinlersin di mi beni? Yorgunluk baki ama dinlenilmeye dinlenmekten daha çok ihtiyacım var.

Sana ben mesela sadece kendimden bahsetmek istiyorum sevgilim. Sana, şiir yazmayı neden 11 yıl önce bıraktığımdan… Sana neden yorulduğumdan.. Neden nefret ettiğimden… Neden yazdığımdan ve yazamadığımdan…

Sana mesela şiirden bahsetmek istiyorum sevgilim. 11 yıl sonra senin için yazdığım şiirden. Ama şimdi değil… Bekle sevgilim..

7 Ağustos 2012 Salı

Ama sen..

Bak bunları ben uyudum tam 11 yıl. Geçmedi. Bak ben bunları hep aşk. Hep başka başka aşk. Bak hâkimim, bunlar benim bileklerim. Bak burası hep dudak. Ne güzel dudak. Ben o dudağa bakarken dünya yerinden oynamadı. Ben o dudağa bakarken yağmur da yağmadı, köpekler havlamadı, yıldızlar kaymadı. Ben ona bakarken bir bok olmadı. Ben ona bakarken sadece dudak. Ben ona dudakken sadece Joplin. Bak bunları ben hep sana baktım. Ama ben sadece sana baktım. Ne yer yerinden oynadı, ne de kayan bir yıldız gördüm. Bak hâkimim ne kocaman dudak.

Ben o yüzü çok sevdim. Bak ben o yüzü cidden çok sevdim. İnsan bazen başka bir insanın yüzünü çok sevebiliyor. Bir insan neden başka bir insanın yüzünü çok sever ki? Ama işte insan bazen… bak, o ne Liv bir yüz. 2 göz, 1 burun, bir dudak. Bak bu yüzü ben hep sana burun, bak bu dudaklar hep göz göz. Bak o gözler.. o gözler hakimim, sana baksa öleceğini bildiğin ama sana bakarken ölmediğin o gözler. Bak göz göz olmuş hep o gözler. Bak, gittim. Çoktan gittim.

...ama oradasın di mi?

2 Nisan 2012 Pazartesi

Üç-Leme


1.
Melan-koli-basili gibi
hava
basılı tıka basa
Tsubasa geldi aklıma
Ben Tsubasa olsaydım
1. Lige kadar çıkarırdım seni bu hayatta
inin derlerdi, inmezdik.
Tabi bir de kaleci lazım
tüm topları havada kapan
küçük İskender mesela, temiz.


İşte o zaman sevgilim
Şampiyonlar liginde final bile oynardık
ikimiz.

Abi, o melan-kolileri üstüste koyma
sapıtıyor ibneler!

2.
Seni tekrar görsem..
diye başlasam herhangi bir şiire
bitmez biliyorum
gitmezsin aklımdan.

Ya da otursak seninle bir akşamüstü
herhangi bir çay bahçesine
Çay kızıl, gökyüzü kızıl,
saçların kıpkızıl

karışsa üçü ağzımda
boğazımda kalır gitmez,
bitmezsin

nedense şarap da kızıl
Biliyorum!




3.
Yalnızlığına kalkan bu aşk
sıkılganlığına şaklaban
işte bu yüzden
kızıl saçlı kız

beni her gördüğündeki
o şen kahkahan

Deermişim!!

...Nisan 2003

18 Temmuz 2010 Pazar

Yazar burada hayatındaki anlatım bozukluğunu anlatıyor

9 sene önce yağmurlu bir gecede, boktan bir Anadolu kentinde, boktan bir sokakta, kurbağaların sesi arasında sevgilimi kafiyeli isimlere sahip ve yaşı geçkin 3 bekar halasına bırakırken kaybettim ben masumiyetimi.

Yazmak diye düşünüyorum, düşündükçe içi boşalıyor. Her içi boşalan gibi dönüp sırtını uyumak istiyor. Duygusal bir bağ da hissetmiyor olacak ki su isteyip istemediğimi bile sormuyor. Ey yazmak diyorum, boyu devrilesice herif. Umursamıyor. Dönüyor kıçını ve yatıyor. Ben portakalları özlüyorum. Portakallar ördekleri düzüyor. Üzüyor beni portakalla arama giren her paytak pati. Üzüyor beni her ördeğin portakallardan aldığı hayasız zevk. Unutmamalı ki hayaları olmayan bir zevkin üzerinize boşaltabileceği tek şey portakal suyudur. Üzüyor beni her hayasız portakal. Hayatın bir anlatım bozukluğu olduğunu düşündüğümden bu yana geçen 17 yılda hiçbir şey değişmiyor. Tek değişen çözmek zorunda olduğum paragrafların sayısı. Gün geçtikçe artıyorlar, durmuyorlar. Üzerime yürüyorlar, binlerce paragraf. Oysa ben severdim eskiden paragraf sorularını. Yazar burada..

Yazar burada kendi güdük hayatının muhasebesini yaparken ben şurada portakallı ördekleri düşünüyorum. Yazar burada güdük hayat anlayışını yazıya döktüğünü, boşalttığını, kustuğunu zannederken ve kabız beyninden, beyninin kenar çeperlerini zorlayarak sıçtığı her kelimenin beynine verdiği zarardan anal bir zevk duyarken ben 15 yaşındayken bildiğimi zannettiğim hayattan iyice kopuyorum. Hayat artık seni anlamıyorum. Hayat artık seni anlayabildiğimi söyleyecek kadar kabız değilim. Hayat artık sana ömrüm diyebilir miyim? Çünkü her ne kadar seninle aramda çok fazla anlatım bozukluğu olsa da seni kendime yakın hissediyorum ömrüm. Bak oldu sanki!

Ömrüm. Al bu acılar senin. Ben acılarla muhatap olmamayı da bilirim ömrüm ama senin yüzünü hep yanlış okuyorlar. Benim yüzümü hep yanlış okuyorlar ömrüm. Yüzümdeki ifadesizlik boktan bir yazarın yazdığı boktan bir paragraftaki boktan bir bozukluk olarak adlandırılsa da ben Edi’si ölmüş Büdü’yüm ömrüm. Ben Lorel’i tecavüze uğramış Hardy’yim, Bonnie’si fahişelik yapan Clyde’ım ömrüm. Ve hiçbir kuralını bilmediğim edebiyatta buna sanırım ikileme diyorlar ve sen sakın ikileme ömrüm.

9 sene önce yağmurlu bir gecede, boktan bir Anadolu kentinde, boktan bir sokakta, kurbağaların sesi arasında sevgilimi kafiyeli isimlere sahip ve yaşı geçkin 3 bekar halasına bırakırken kaybettim ben masumiyetimi. Hem gençtim, hem mutluydum, ve her genç gibi farkında değildim. Ben o kafiyeli halalara sevgilimle beraber tüm ifadelerimi de bıraktım ömrüm. Ben bedenimi orada bıraktım. Ben 9 sene önce 3 halaya kaptırdım ruhumu ömrüm.

Ben ne zaman yağmur yağsa 9 sene öncesine dönüyorum, ne zaman o anlamsız vraklamayı duysam bir çift portakal sokmak istiyorum kurbağaların götlerine. Ben ne zaman tek başıma yürüsem sanki seni ömrüm, seni, ömrümü o 3 halaya bırakmış da boş evime geri dönüyormuş gibi hissediyorum. Yağmur yağıyor ve göz yaşlarım belli olmuyor..

Ben kendi kendime mutlu olmayı da bilirim ömrüm, ben acılarla muhatap olmamayı da bilirim. Bir de aramızdaki şu anlatım bozukluğu olmasa…

……………………………

Yazmak diye düşünüyorum, ve hep içi boşalıyor. Yüzümde portakallı ördekler dolaşıyor… yağmur yağıyor.. kurbağalar o şaşkın gözleriyle göz bebeklerime bakıyorlar.. ama araya yağmur giriyor..

Yazmak diye düşünüyorum..

ve masumiyetimi yaşı geçkin 3 halaya teslim ediyorum.

3 Nisan 2008 Perşembe

Düşeceksin Biliyorum



Düşeceksin biliyorum. Kimse tutmayacak. Yaptığın her hatayı özgürlüğün zannedeceksin, her uzak özgürlüğü hata. İsmin olmayacak. Cohen’le Reed arasında sıkışmış Joplin gibi hissedeceksin kendini. Oysa ne Leonard olacaksın, ne Lou, ne de Janis. İsmin olmayacak. Yapılan tüm hatalarda ortak payda sen olsan da adına şarkı bile yazılmayacak. Zaten öleceksin. 28’ini göremeden öleceksin. 30’una gelsen bile, 27’sinde öldüğünü bileceksin.

Herkes yalnızdır. Bunun sen de farkındasın. Aşık olamayacaksın hiç kimseye. Çöl gibi, hisset. Gözüne giren kum taneleriyle dudaklarını kaplayanlar aynı olmayacak. İçindeki hüzünle yüzüne yansıttığın aynı olmayacak. Yüzünü yanlış okuyacaklar. İfadesizleşeceksin. Kendinden bir sürü şey bırakacaksın aralarında gidip geldiğin insanların aralarına, arada bıraktıkların olacak senden geriye kalan. İfadesizleşeceksin.

Biliyorum var edemiyorsun kendini, biliyorum yok olma isteğin bile bir varoluş nedeni. Biliyorum, biliyorum varsıl bedenin sen değil. Uçuşan eteklerin, taşıyamadığın kolyelerin, biliyoruz hepimiz; sen bu değilsin. Adın yok senin, çağırdıkları değilsin.

Düşeceksin biliyorum. Kollarını açıp, yüzünde rüzgarı hissedeceksin, ruhunun yoksunluğu yüzüne çarpacak. Tutanın olmayacak. Ben olmayacağım. İfadesizliğin beni reddetmiş olacak.

Düşeceksin. İfadesizleşeceksin…

Biliyorum.