13 Şubat 2008 Çarşamba

Fight Club'a Eleştiri



Film aslında alttan alta hepimizin içinde yer alan kerametçilik ve hazıra konma içgüdüsünü uyandırıyor. Kadınları etkileyemeyen, konuşmaktan çekinen, iş yerinde silik, hayatta sünepe, sosyallikte eline geçiremediklerini parasıyla evine geçiren, etkisiz insanların her zaman hayal ettiğidir Tyler Durden gibi birisi olmak.


Sen bunları yapabilmek için hiç bir çaba harcamazsın, kafelerde ya da evde hatunlar yanıma gelsin diye ayrı bir masada ya da odanda kendince acınacak bir karizma yapmaya çalışırsın, dünyanın en zeki ve yaratıcı insanı olduğunu düşünür ama elin bir boka ulaşmaz, yolda, belde, otobüste sana saygısız davranan insanları evine odana çekilince hayalinde tekme tokat döver, bir de üstüne ortamdaki tüm hatunları etkileyecek bir nutuk çekersin, hayallere dalar gidersin... vs. vs.


Tyler Durden aslında hepimizin olmak istediği kişidir, ama Durden olmak için uğraşmaya gerek yoktur. Nasıl olsa bir güç bizi Durden yapacaktır. Kerametler bizim için vardır. Her hayal ettiğimiz gökten zembille iner. Şizofreni aslında 20. yy. zembilidir. (zaten dikkat ederseniz çoğu bir boka yaramayan sorunlu 16-22 yaş gençliğinin yine çoğu kendisini şizofren sanmaktadır. Ve çoğunda şu mantık geçerlidir: "madem piç olamıyoruz, niye şizofren olmayalım lan!")

Konuya gelirsek.

Narrator’un filmin sonunda Tyler Durden'ı öldürmesi, Narrator’un kendi yansımasına karşı kazandığı bir zafer olarak algılanmamalı. Tam tersi, yansımanın silik aslını kendisine benzetmesi ve tahtını ona devrederek görevini tamamlaması açısından ele alınmalı.

Filmin başından sonuna kadarki tüm eylemlerde pasif kalan Narrator filmin sonunda hiç de haketmediği bir kraliyete kavuşuyor ve tüm film boyunca mülkiyetsizliği yücelten Tyler Durden tarafından kendisine koskoca bir sahibiyetlik, mükemmel bir ordu ve hep hayalini kurduğu sevgili modeli teslim ediliyor.


Ve Narrator bize aslında hiç de samimi gelmemesi gereken ama nedense hepimizce çok beğenilen sahnede (ki elbette Pixies şarkısının ara gazı eşliğinde) kolunu "kadını"nın omzuna atıyor büyük bir pişkinlikle (elini tutuyor). Daha 1 saat önce tüm eylemleri provoke etmek isterken, Narrator hiçbir aktif eylemde bulunmadan hep özlemini kurduğu "lüküs hayat"a kavuşuyor birdenbire. Ve bizlere bu bir zafer gibi gösteriliyor. Zaferi Durden kazanmışken biz zaferin aslında asıl gölge olan Narrator'un kazandığını düşünüyoruz.


Tüm o sevmediği finanssal sistemi yok etmeyi kafasına koyan Durden'ın kafasındaki tek şey "herşeye sahip olmak" olarak da görülebilir. Durden tüm eylemleriyle sahip olmayı "meşrulaştırıyor" , ıvır zıvır şeylere sahip olmayı utanılacak bir şey gibi gösterip "sahip olma"ya uluhiyet veriyor, ve köle gibi çalışarak sahip olmayı insan doğasına aykırı göstererek üretilenlerin paylaşılmasında yarı anarşo-komünal bir sistem ortaya koyuyor ve bu sistemin özü, kapitalizmin özü olan "sahip olmak için yok et" düsturuyla aynı paralellikte işliyor.

Yani aslında Durden sürekli çelişen bir düstur içerisinde hareket ediyor. Durden'ın davranışları, "kapitalist ekonominin temel ilkelerinden olan “ihtiyaçların sınırsızlığı”na karşı bir tepki" değil, tam da bu davranışın mükemmel bir uygulanış biçimi olarak işliyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Zaten "herşeyi" yapmış olan Tyler Durden'ı Narrator'un yarattığı ve eyleme geçirdiğinin ya farkına varamamış ya da kabullenememiş bir yazı olmuş sanırım.

Adsız dedi ki...

sayın hocam, olaya ulaşılmazlık penceresinden bakıyorsunuz zannımca. Filmdeki isyanlı ve tepkisel zihniyet bir tür asalak organizmanın ibaresi midir? hiç sanmıyorum. Günümüzün kent yaşamı ve niteliğine yönelik "artık bıkmış ve usanmış" bir tepkinin tezahürüdür 'fight club'. herkesin aslında dilinin ucunda olan ama söyleyemediği evrensel şikayetin adıdır tüm bu psikopatik anlatı.